Aralık 2010 için arşiv

Çoğunluk

Çoğunluk filmi bana çok yoğun bir “gerçeklik” duygusu verdi. Yönetmen Seren Yüce Türkiye’de 2000’li yılların başında büyük şehirde yaşamakta olan, bağlantılarıyla yolunu bulan, polisten rapor değiştirten, çocuklarının iyiliğini düşünen ama bunu kendi bakış açısıyla ve sertlikle yapan, annenin tamamen klasik bir konumunun olduğu, kendine benzemeyenle ilişkiye girmemeye çalışan Türk ailesinin yaklaşık 3-4 aylık yaşamını bize 2 saatte anlatmış. Gerçeklik duygusundan bahsettim, neredeyse gerçekte olamayacak, mantıksız bir karakter yok, her karakterde yaşayan gerçek insanlardan bildiğimiz tatları bulabiliriz. Bir taraftan ailemizin kişisel sıkıntıları, ailevi ilişki bozukluklarını görürken, bir taraftan da “çoğunluktan” olmayan toplum kesimlerini de tanıyoruz. Yakışıklı bir erkekle evlenme hayali kuran, üniversitede kayıtlı olmasına rağmen devam edemeyen, ekonomik sorunların ezdiği, iki oda küçük bir dairede iki arkadaşıyla yaşayan kızı da tanıyoruz.

Filmde beni etkileyen hiçbir klişe görmemem oldu. Filmde aslında bir kahraman yok, büyük iniş çıkışlar yok, özellikle filmin sonunda mutlu bitme telaşı yok. Mertkan’ın sevdiği kız için cesaretini toplayamaması, babasına karşı çıkamayışını acı içinde izliyoruz. Birden dönüp sevgilisini aradığında geç kaldığını anlıyor, ama, eyleme geçmiyor. Bu bu dönemde “çoğunluğun” duyarlığını kaybetmesinin bir örneği… Filmde bu tür başka örnekler de yaşanıyor. Örneğin, taksi şoförü ile yaşanan hikaye bunlardan biri… Taksi şoförü Mertkan’ın fütursuzluğun kurbanı olarak bir trafik kazasının mağduru oluyor, sonra Mertkan’ın babası ile muhatap olmak zorunda kalıyor. Hakkını alamadan, mağduriyeti giderilmeden sokağa atılıyor. Adam ofisten kovulduktan hemen sonra, hüzünle çayını içerken Mertkan onun önünden geçiyor, önce yanına gitmek istiyor, ama sonra “aman boşver” türü bir yüz ifadesiyle yürümeye devam ediyor. Bu küçük sahne, son dönemde çoğunluğun azınlığa, güçlünün zayıfa duyarlığının azalmasının muhteşem bir ifadesi olmuş. Daha sonraki bir sahnede Mertkan’ın bu taksi şoförüne sarılıp hıçkırıklara boğulması da belki tüm çoğunluğun içini dökme ağlamasıydı. Çoğunluk efeleniyor, kendini böyle ifade ediyor, ve ne yazık ki Türkiye’de geçerli olan tavır bu. Çoğunluk böyle.

Filmde bir ifade bütünlüğü var, görsellik buna uyumlu olarak kotarılmış. Yüzler gerçek hayattaki gibi soluk, Mertkan’ın kız arkadaşı Gül kıyafetleri, soluk ifadesiyle müthiş bir uyum içinde. Her üç oyuncu da çok ikna edici bir performans gösteriyorlar. Mertkan’ı canlandıran Bartu Küçükçağlayan role gerçekten çok uymuş, o bira taraftan hüzünlü, dertli, bir taraftan da umursamaz babası zengin cahil genç adamı çok iyi canlandırmış. Çoğunluğun ifade tarzını, bakış açısını, iki yüzlülüğünü çok iyi yansıtmış. Baba rolünde Settar Tanrıöğen değerlerine bağlı, hoyrat, hep gördüğümüz ama belki bu kadar yakından tanımadığımız adamı çok güzel yansıtmış. Az konuşarak, tavırlarla, birden bire sertleşip yumruk yumruğa kavga ederek, oğluyla olan meseleleri kısa bir “o kızdan kurtul, gözüm tutmadı, bunlar memleketi bölmek istiyorlar”a dönüştürerek bize bu tipi gösteriyor. Gül’ü oynayan Esme Madra ise bu kuru güzelliği yansıtmış, Mertkan’a “seni hiç sıkmıyorum ama” derken onunla birlikte bu çoğunluğun hoyratlığına yenik düşen insanların duygusuna ortak olduk.

Filmi izlemenizi ve tartışmanızı öneriyorum, zira bizi anlatıyor.

, , , ,

Yorum bırakın

Film izleme zevkinizi ikiye katlayın!

Geçen pazar Garanti Emeklilik‘in organizasyonu ile, “Film izleme zevkinizi ikiye katlayın” adıyla bir seminere katıldım. Seminer Zeyno Film‘in sahibi Zeynep Özbatur Atakan tarafından verildi. Kendisi Nuri Bilge Ceylan ile çalışan bir yapımcı ve Türk sinema sektöründe uzun yıllardır kendini ispatlamış bir profesyonel. Kendisi sinema ile amatör düzeyde ilgilenen 5 kişiye 4 saat boyunca sinema sanatı, tarihi, ABD ve Avrupa sinema sektörlerinin gelişimi ve farkları, film analizi, kolektif bir iş olarak sinema konularında bilgiler verdi, örnekler ve anektodlar anlattı. Seminerin son bölümünde de Yılmaz Erdoğan’ın “Neşeli Hayat” filminin analizini yaptık hep birlikte.

Bu benim için çok hoş geçen öğleden sonrası sırasında aldığım bazı notları burada paylaşmak istiyorum. Bundan sonra yazacağım yazılarda çok faydasını göreceğime eminim.

Filmler hayatlarımızın bir küçük kesitini verme amacıyla yapılmış sanat eserleridir. Filmi içselleştirmemiz çok önemlidir, bu filmin içine girmemize de yardımcı olur. Ayrıca, yönetmenin bizi ne kadar “kandırabildiğinin” de bir göstergesidir. Bir filmi izledikten sonra sadece beynimizde analiz isteği doğuruyorsa, kalbimize iz bırakmadıysa başarılı sayılmaz. Önerim önce filmin kalbimizde bıraktığı izi takip etmek, sonra analitik yaklaşmak…

Filmin hedefini anlamak başlangıç için güzel bir nokta… Film ne için yapılmış? Amacına ulaşmış mı? Etkileri ilk anda planlandığı gibi mi? Ticari olarak doğru konumlanmış mı? “Gişe” filmiyse başarısı ne düzeyde? Bu sorulara vereceğimiz yanıtlar filmi genel anlamda değerlendirmemize yardımcı olur.

Sonra yönetmenin dünyasına bakmalıyız. Sinema yönetmenin bir sanat eseridir. Tüm içerik, sanat yönetimi, görüntü yönetimi, oyuncular, müzik kullanımı, kurgu, hikaye yönetmenin kontrolü altındadır. Bu bağlamda yönetmenin kendine has & filme has bir dünya yaratmış olup olmadığını izlemek ve anlamaya çalışmak çok değerlidir. Bu aşamada yönetmenin yaratıcılık derecesini ve potansiyelini de değerlendirebiliriz. Özgün ne var? Hikaye nasıl oluşturulmuş? Nerede fark yaratmaya çalışmış? Seyirci ile ilişkisi nasıl? Karakterlerin gerçekliği ne düzeyde? Bu sorular da bizi bir derece ileri götürerek yönetmeni değerlendirmemizi sağlar…

Sonra senaryoya bakalım… Karakterler, olay örgüsü burada devreye giriyor… Özgünlük yine önemli bir kriter. Gerçekçilik, akıcılık, çatışma ve final dikkat edebileceğimiz özellikler ve bölümler. Senaryo saçma mı? Hiç olmaz böyle bir şey duygusuna kapılıyor muyuz?

Bir sonraki aşamada, bu ana kadar söylediklerimizin ışığında oyunculuklara, sanat yönetmenine, müzik ve efekt kullanımına bakabiliriz. Oyuncularla ilgili kişisel değil role ve senaryoya odaklı değerlendirme yapmak önem kazanıyor. Çok iyi oyuncular kötü bir yönetmen ve senaryoyu kurtaramazken, vasat oyuncular iyi yönetildiklerinde çok iyi performans gösterebiliyorlar. Bunun tersi de olabilir, bu bölümü de sinemanın bir yönetmen eseri olduğunu unutmadan değerlendiriyoruz.

Tüm bu ayrıntılar bir yana, film bizi hayattan iki saatliğine koparabilmiş mi, bence bu çok önemli… Hep aklımız ayrıntılara, analize kaymış, biz filmin içine girememiş miyiz? Filmin sonunda bir duygu yoğunluğu yaşamış mıyız? Hayatımızdaki bir sahneye, bir soruna, bir aşka, bir olaya “dokunmuş” mu? Bizi başka hikayelere, başka referanslara götürmüş mü? Paylaşma isteği yaratmış mı?

Sinema dolu günler!

, , , , , , , , ,

Yorum bırakın